Bayram İnsanın İçindedir
Bayram insanın içindedir; “Bayram yeri ’nde” değildir. Bayram yeri sevgiyle kucakladığın her yerdir. Bayram yeri deyimi ise köylerde meydanlara çocukları eğlendirmek için kurulan yerlerdir. Burası aynı zamanda büyüklerin de bayramlaşma alanıydı. Ben de abim ve ablalarımın elinden tutar giderdim. Bir kaç kez gittim sonra kurulmaz oldu. Bayramlar içimizde kaldı. Eskisi gibi köy meydanlarında bayram günü toplanıp birbiriyle bayramlaşan çok az insan kaldı; tıpkı köylerde de çok az insan kaldığı gibi. Eskiden köyde herkes birbirini tanırdı. Evlilikler köyden veya komşu köyden olurdu. Herkes birbirinin akrabası sayılırdı. Köy, büyük bir aileydi. Bayram hazırlıkları bile bayram gibi olurdu, imece olurdu. Bir hafta öncesinde başlardı. Köylerde her evde su yoktu. İki üç tane köy çeşmesi olurdu, biz ona ‘pınar’ derdik. Caminin önündeki pınarın yanında çamaşırhane vardı. Burada şömine gibi bir ocak yerine kazan kurulur, su ısıtılır, çamaşır yıkanırdı. Bazen çocuklar da yıkanırdı burada. Burası günlük işlerin bile sosyalleşme içinde yapıldığı bir yerdi. Arefeden bir gün önce Çörek Arefesi olur, o gün bayram için börekler çörekler baklavalar sarmalar yapılır, köydeki odun fırınlarında pişirilirdi. Baklava için ceviz kırmak, fırına çalı çırpı taşımak çocukların işiydi.
Arefe günleri bayram ekmekleri pişirilir köydeki üç beş fırının önü sıra olurdu. Öte dünyaya göç eden büyükler unutulmaz onlar için de, fırında yapılan içli pideler konu komşuya dağıtılır, adına ‘hayır’ denirdi. Arefe akşamı kınalar yakılırdı. Ninemiz de bizim ellerimize kına yakardı. Sabah olunca kına tutmuş mu nasıl olmuş diye heyecanla yıkardık. Babam daha camiden gelmeden bayram içime gelirdi. Bayram sabahları erkekler camiye, çocuklar pınara giderdi. Bayram sofrasının suyunu biz getirirdik. Suya gelen çocuklarla, birbirimize kınalarımızı gösterirdik. Camiden çıkanlar önce mezarlıktaki büyükleri ziyaret ederdi. Sonra başlardı bayram. Ellerimizde torbalarla kapı kapı gezerdik. Çikolata verenlere tekrar giderdik. Yaşlı teyzelerin amcaların evlerinde kurutulmuş erik, iğde ceviz olurdu. Bunların çikolatadan daha değerli olduğunu şimdi anlıyorum. Yanımızda anne babalarımız olmadan dilediğimiz komşunun evine girebilmenin, huzurun güvenin önemini de şimdi daha iyi anlıyorum.
Ben henüz 22 yaşındayım, anlattıklarımın bazılarını çok net, bazılarını hayal meyal hatırlıyorum. Yaşıma oranla bunlara tanıklık edebilmiş olduğum için çok şanslı olduğumu biliyorum. Bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar hızlı bir değişim oldu şaşıyorum. Şimdi çok şey değişti. Çamaşır makineleri sayesinde ‘çamaşırhane’ kültürü kalmadığı gibi Akıllı telefonlar ve toplu resimli mesajlar sayesinde (!) aynı anda tüm tanıdıklarımızın bayramını kutlar olduk (!) akraba ziyaretleri de azaldığı için tepsi tepsi baklava börek açmıyor artık annelerimiz.
Eskiden ailelerin yanına gidilip tatiller bayram edilirken, şimdi bayramlarda tatillere gider olduk. Doğduğun yer değil doyduğun yer derler ya şimdi iş, okul, evlilikler dolayısıyla doğduğumuz yerden uzak kalır olduk. Gittiğimiz yerlerin yabancıları olduk. Aynı binada oturup birbirini tanımaz olduk. İş stresinden geçim sıkıntısından, bayramlarda tatil yerlerine kaçar olduk. Bu, kültürün yozlaşması mıdır yoksa kültürün yaşayan bir kavram olduğunu düşürsek, kültürün yaşam şartlarına göre değişmesi midir? Düşünüyorum…
Bayram içimizdeki coşku demekse, sevgi demekse, hoşgörü demekse, nerde nasıl mutluysak o bayramdır. Ninemin sözleriyle bitireyim; “Tutar elin, görür gözün, sağ olana her gün bayram!”.
Nilgün Kepenek
Sevgi altın tepsideki en büyük ikramdır
Yedi yaşında henüz okula bile başlamamışken dedesiyle tarlaya gidermiş babam... Hem ona yoldaş olmak için hem de yeni bilgiler edinmek için. Bir gün, tarlanın kenarında küçük bir kavak fidanı görmüşler. Babam toprak testide taşıdığı içme suyunun hepsini dökmüş küçük kavak fidanına, kurumasını engellemek için. Bundan etkilenen büyük dedem fidanı kökleriyle söküp babama hediye etmiş. Ve demiş ki " bu fidanı istediğin yere dik ve ömrün boyunca onun yaşamasını sağla, ileride çocuklarına bunu öğütle. Bu gün olduğu gibi son suyunu onunla paylaş ki var olsun." Babam da küçük fidanını eve getirip bahçeye dikmiş...
O günden bu güne kadar varlığını sürdüren, büyük dedemizi yad ettiğimiz o heybetli kavak ağacımız, babamın uğruna susuz kalmayı göze aldığı o küçük kavak fidanıdır. Babam bize yıllardır değişmeyen ve hiç değişmeyecek olan ağaç ve doğa sevgisini aşıladı. Hala susuz kalacağını bilse suyunun hepsini kavak ağacına döker.
Çünkü sevgi evrendeki en anlamlı duygudur ve her şeyin başıdır.
Nilgün Kepenek
BAYRAMSA BAYRAMIMIZ MÜBAREK OLSUN